Nutuk - Mustafa Kemal ATATÜRK
Nutuk, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunan şahsiyetlerin ifadelerinden anlaşıldığına göre bizzat Atatürk ve etrafındaki ekibin çalışmasıyla hazırlanmıştır. Atatürk’ün nutuk hazırlığına 1927 yılı başlarında giriştiği, ancak sıhhî bir rahatsızlık dolayısıyla ara verdiği ve İstanbul’da tamamladığı bilinmektedir. İlgili malzemeyi özel dosyalarından, bakanlıkların 1920-1926 yılları arasındaki çalışma özetlerini ihtiva eden raporlardan oluşan çok sayıda belgeden kendisi ayırmış ve yazdırmıştır. Yazdırma işlemi kâtiplerden bazılarının bayılmasına yol açacak kadar uzun ve yoğun geçmiştir. Atatürk’ün kâtiplerin dinlendirilmesi için yazdırmaya ara verildiği zamanlarda da yazdırdıklarını okutup çevresindekilerle tartıştığı belirtilmektedir. Nitekim Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk’ün çevresindekileri de kendi görüşlerini söylemeye mecbur tuttuğunu ifade etmektedir. Her beş on sayfada bir bu mütalaaları dikkatle dinlediği, ileri sürülen görüşler doğrultusunda uzun emekler sonucu yazdırdıklarını bazan tamamen değiştirdiği belirtilmektedir.
Kongrede nutkun verilişi sırasında da tam bir ekip
çalışması yapılmıştır. Bu aşamaya gelene kadar tekrar tekrar okunan nutukta
Atatürk kelimelere gerçek anlamlarını verebilmek için yoğun bir çalışma
sürdürmüştür. Başta Fethi Okyar ve Hikmet Bayır olmak üzere toplanan ekiple her
gece bir sonraki gün okunacak kısım üzerinde çalışılmakta, metnin mümkün
mertebe orijinal, dinleyicilerin kolayca anlayabileceği tarzda olmasına özen
gösterilmekteydi. Böylece titiz bir şekilde hazırlanıp okunan nutkun muhtevası,
19 Mayıs 1919’dan 1926 yılı sonlarına kadar geçen süre zarfında Mustafa Kemal
Paşa’nın olaylara ve şahıslara bakışını, değerlendirmelerini yansıtır. Ayrıca
muhteva itibariyle yeni rejimin durumu, inkılâbın metodu, başlangıç ve gelişme
safhaları, geçirdiği aşamalar, mâruz kaldığı tehlikeler ve sonuçları üzerinde
durulmuştur. Ele alınan konular Atatürk’ün kendi siyasî anlayış ve
düşünceleriyle şekillenmiş bir görünüş arz etmektedir. Burada realist bakış
açısı “millî siyaset” kavramıyla birlikte teşekkül etmiştir.
Her işin başında yalnız kendisini gösterdiği yolunda
eleştirilere mâruz kalan Atatürk, “Gerçi asıl olan millettir, hey’et-i
içtimâiyyedir. Onun da irâde-i umûmiyyesi mecliste mütecellidir. Bu her yerde
böyledir. Fakat fertler de vardır” diyerek meclisin memleket ve devlet işlerini
fertlerle, şahıslarla yaptığına dikkat çeker. Devletin işlerini düzenleyen
şahıs ve şahısların meydanda olduğunu kaydeden Atatürk, o şahıslardan biri
olarak şahsen Hey’et-i Temsîliyye namına Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
hükümeti reisi, başkomutan ve cumhurbaşkanı sıfatları ile sorumlu olduğu dönemi
kastederek hizmetlerini ortaya koymuştur.
Nutuk’ta Atatürk, Cumhuriyet’in ilânını takiben acele
edildiği, zeminin hazır olmadığı, isim değişikliğinin Türkiye’ye bir şey
kazandırmayacağı, bu şekliyle kendisinin tek adamlığa yöneldiği, padişahlara
verilmeyen hakların cumhurbaşkanına verildiği yolundaki tenkitlerden de
bahseder. Bu tenkidi yapanları “Cumhuriyet karşıtı, millet menfaatinin nerede
olduğunu anlamayan, samimi olmayan kişiler” olarak şiddetle kınar. Saltanatın kaldırılması
aşamasına kadar olan süreçte Millî Mücadele’de hizmetleri geçen, Atatürk’ün
daha Anadolu’ya geçmeden önce fikir alışverişi yapıp ortak kararlar aldığı,
ancak nutkunu verdiği sırada ilişkilerinin tamamen koptuğu Kâzım Karabekir, Ali
Fuat Cebesoy, Rauf Orbay gibi kişilere dair olaylardan bahsederken mecburiyet
dışında isim zikretmemesi dikkat çeker. Çok milletli devletten millî devlete
geçiş aşamasını yaşayan, altı asırlık devletten yeni bir yapıya, milletin
iradesine dayanan bir sisteme geçişi gerçekleştiren Atatürk bunu şu mantıkla
yaptığını ifade etmektedir: “Biz her vasıtadan yalnız ve ancak bir
noktainazardan istifade ederiz. O noktainazar şudur: Türk milletini medenî
cihanda lâyık olduğu mevkie is‘âd etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri
üzerinde her gün daha ziyade takviye etmek ve bunun için de istibdat fikrini
öldürmek.”